Afyon, Eroin, İnönü, Atatürk, Amerika

Afyon ‘Bir gizli elmas’






Afyon (Opium), bilinen insanlık tarihin başından beri insanların ağrılarına, sızılarına devadır. İlk afyon kapsülleri M.Ö.3400 yıllarında aşağı Mezopotamya’da Sümerliler tarafından ekilmiştir. Hal-Jil yani zevk bitkisi. Bu miras onlardan Asurlulara, Babillilere ve M.Ö.1300 yıllarında Mısırlılara geçmiştir. Firavun Tutankamon bu mucizevi yağı Akdeniz’den öteye Kıbrıs ve Roma’ya ihraç etmiş ve oralarda da M.Ö.1100 yıllarında ameliyatlarda kullanılmıştır. Bütün ilaçların babası Hipokrates M.Ö.460 yılında afyonun narkotik kullanımını keşfetmiş, iç hastalıklarda, kadın hastalıklarında ve epidemik tedavilerinde kullanmıştır. M.Ö.330’lara geldiğimizde Büyük İskender’in İran ve Hindistan’a afyonu tanıştırdığını görürüz. Çin’e de bundan 800 yıl sonra Araplar tarafından tattırılmıştır. Avrupa’da ise 1300’le 1500 arası ‘doğudan gelen diğer her şey gibi’ engizisyonca yasaklanmış olmasına rağmen 1527’de Rönesansın yükselmesiyle tıp tarihine ‘Paracelsus’ olarak adını yazdırmıştır. Bu siyah tabletlere o zaman ‘ölümsüzlük çakılları’ diye de isim verilmişti.Afyon üreten ülkelerde ilk yasaklama 1729’da Çin İmparatoru Yung Cheng tarafından getirilmiş olmasına rağmen İmparator afyonun medikal sahalarda kullanımı için bir kısıtlama koymamıştı. Bundan 21 sene sonra Hindistan’ın afyon üretilen yerleri Bengal ve Bihar, İngilizlerin eline geçince, İngiliz donanmaları afyon ticaretini tekellerine aldılar.Botaniğin babası Linnaeus, 1753’te yazdığı ‘Genera Platarum’ isimli eserinde ilk sınıflandırdığı bitki afyondur. 1799’da ise Çin İmparator’u Kia King afyonu tamamen yasak etmiştir çünkü ülkesine giren afyon için sınırlarının ötesine gümüş kaçırılmaktaydı. 1800’de ise İngiliz ‘Levant Company’ nerdeyse bütün afyonunu Türkiye’den, Avrupa ve Amerika’ya ihraç etmek için satın alıyordu. O zamanlar şimdi bildiğimiz Onassis Ailesi, Osmanlı’daki bütün afyon ve tütün işini tekelinde tutuyordu. Ta ki Yüce Önderimiz Atatürk’ün başlattığı Büyük Taaruz’a kadar. Yunanlılar topraklarımızdan denize dökülünce Onassis’te Arjantin’e kaçtı orda sefalet içinde geçirdiği birkaç yılın ardından ufak bir gemiyle başladığı taşımacılık işinde, şimdiki Gemicilik İmparatorluğunun temellerini attığına şaşmamak gerekir. Aynı şekilde 1812’de ‘Perkins Company of Boston’ şirketinin sahibi Amerikalı John Cushing’ de Türkiye’den kaçırdığı afyonlarla şimdi Türkiye’nin bütün ekonomisinden daha büyük olan şirketinin temellerini attı. 1816’ da John Jacob Astor’un Newyork’taki kürk şirketide 10.000 kilo afyonu Türkiye’den satın alarak İngiltere’ye kaçırmıştır. 1827’de Merck’in ticari olarak morfini satmaya başlamasıyla 1830’da İngiltere Türkiye’den 10.000 kilo afyonu ithal etmiştir.Geçen senelerde Çin’e geri katılan Hongkong’un aslında Birleşik Krallık’lara geçmesi de aslında şöyle olmuştur;18 Mart 1839’da, Lin Tse-Hsu (Afyon ticaretini bitirmekle görevli komisyon üyesi), tüm yabancılardan ellerindeki bütün afyonları iade etmesini istemiştir. Bunun karşılığında ise İngilizler Donanmalarının en iyi savaş gemilerini Çin kıyılarına göndermişler ve ilk Afyon Savaşı patlak vermiştir. Bunun neticesinde Çinlilerin yenilmiş, yenilmekle kalmayıp, Hongkong, Birleşik Krallığa geçmiştir. Nanking Anlaşması(1842) Çin İmparatoru ve İngiliz Kraliçesi arasındadır. Bu savaşın patlak vermesine sebep olan afyonlar ise 1940’ta Amerikan gümrüğünde yakalanmış ve cüzi bir miktar vergiyle ithal edilmiştir.İngiliz bilim adamı C.R.Wright 1874’te morfini sentetize ederek ‘eroin’ olarak keşfetmiştir. Fakat İngilizler çok yüksek tüketimle baş edemeyeceklerini anladıkları zaman 1878’de bir kanun çıkarmışlardır. Şöyle ki;Bu yeni düzenleme ile Çin içiciler (şurup gibi içerlerdi) ve Hintli yiyicilere izin verildiyse de, Burmeliler’in içmesine(sigara gibi) kesinlikle izin verilmemişti.1890’da ise Amerikan Kongresi dünyadaki ilk narkotik birimini kurdu. Afyon ve morfine vergi konuldu. 1900’lerin ilk yıllarında ‘Saint James Society’, morfin bağımlılarına, ücretsiz, posta ile eroin göndermeye başladı.İngilizler ve Fransızlar büyük gayretlerle Güneydoğu Asya’daki üretimi kontrol altına aldı. Şüphesiz 1940’lara kadar en büyük karları, bu Altın Üçgen’de yapan oyuncular oldular.1905’e kadar vatandaşlarına bedava eroin dağıtan Amerika, bağımlılığın tehlikeli boyutlara gelmesiyle, bir karar çıkartarak eroini yasakladı. Her yasaklanan şey gibi eroinde yeraltına indi ve orda satılmaya başlandı. Fransız bağlantılı Korsika, Sicilya ve Çin mafya organizasyonları afyonu alıp Avrupa ve Amerika’ya gönderiyorlardı. Şüphesiz Amerika ve Avrupa’daki Çin Mahallelerindeki suçluluk oranlarının bu denli yüksek olması o günlere dayanmaktadır.Özellikle 1960’lı yılların sonlarında afyon kaçakçılığını organize eden gruplar, ülkemizin de aralarında bulunduğu ve yasal haşhaş ekiminin yapıldığı ülkelerden elde ettikleri morfini, Fransa’nın Marsilya bölgesinde kurdukları laboratuarlarda eroine dönüştürecek ve Avrupa, Amerika’ya pazarlayacaklardı.2. Dünya Savaşından sonra Charles Degaulle’un izniyle bu işi yapan Fransa paçasını kurtarmıştır. 1971’de ülkemizde haşhaş ekiminin yasaklanması (buraya daha sonra önemle değineceğim) ve 1974 yılından itibaren kontrollü ekime geçirilmesiyle, Korsikalı ve Sicilyalı organizasyonlar, o altın üçgen olan Güneybatı Asya’ya yönelmişlerdir. Bunun neticesinde Asya ve Avrupa arasındaki trafik bugünkü haliyle şekillenmiştir.Çok da fazla geriye gitmeden, Başbakan İnönü’nün şöyle bir enstantanesini buradan aktarmakta fayda görüyorum;Emniyet ve güvenlik makamlarının liderleri Başbakanlık kaleminin önünde bekliyorlardı. O sırada Bakanlar Kurulu toplantısı devam ediyordu. Bir süre sonra toplantı bitti ve İsmet İnönü göründü. Yetkililer hemen yanına yaklaşıp sordular:- Sayın Başbakan, geçen yıl Malatya’da afyon ekimi yasaklanmıştı. Tebligat yapılmamış. Şimdi ne yapacağız? Emrinizi bekliyoruzBaşbakan bu sözler üzerine şaşırmıştı ne diyeceğini düşünürken zamanın Maliye Bakanı Ferit Melen yanına sokuldu:- Aman Paşam. Altın geliyor. Altın- Ne altını- Altın, Paşam. Gizli altınBaşbakan şaşırmıştı meraklı gözlerle bakıyordu. Maliye Bakanı Başbakanın kulağına eğilip bir şeyler daha söyledi. Biraz daha devam eden fısıldaşmadan sonra, İnönü, emniyet ve güvenlik makamlarının liderlerine elini sallayarak direktifi verdi- Bırakın eksinler.Gayrı resmi bilgilere göre Türkiye’den kaçak olarak İran’a giden afyon karşılığında altın, Avrupa ve Amerika’ya sevk edilenler içinse dolar yada kaçak eşya(!) geliyordu.Yıl 1927….Türkiye Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşından çıkmış, yaraları henüz sarılmamış. Fabrika bacaları görmek bir yana ülkede hiçbir türlü sanayi yok. Ülkenin zenginliği henüz layıkıyla ve teknik şekilde üretilmeyen topraklar.Silah tehdidinden kurtulan her ülkede olduğu gibi halkın tüketim arzusu büyümekte fakat talep karşılanamamaktadır.1927’de bu koşullar altında Atatürk’e Türkiye’de afyon sanayinin kurulması için teklif yapılıyor, Japonlar tarafından.(Dünyanın en büyük 2. asetik anhidrit üreticisi , 1. ülke A.B.D.). Bunu Taranto isimli bir Musevi izliyor.Bütün hayatı boyunca Türkiye’nin imkanlarını seferber etme çabasında olan Atatürk ,Her iki tarafında tekliflerini inceledikten sonra ekonomik hesaplarda yaparak gerekli izni veriyor. Ancak ‘sadece dış piyasalara satmak’ kaydıyla: Çünkü Japonlar kurulacak fabrikada imal edilecek eroinin küçük paketler halinde zamanın parası ile paketi 25 Kuruştan iç piyasaya sürülmesini teklif ediyorlar.- Para sıkıntısı çekiyorsunuz. İç piyasaya sürerseniz milyonlar kazanırsınız.-Atatürk ise bu teklife olumsuz yanıt veriyor.İşte bu anlaşma sayesinde Japonlar, Çengelköy’de ‘Kuzguncuk Fabrikası’ isimli fabrikayı, Taranto ise Haliç’in kıyısında morfin ve eroin imal eden fabrikayı kurdular.Fabrikalar üretime geçince diğer milletlerin şimşeklerini üzerlerine çekti. Konu Milletler Cemiyetine getirildi ve böylece Türkiye üzerinde afyonla ilgili ilk baskılar başlamış oldu. Atatürk bu baskılara ancak 6 yıl dayanabildi. Ve sonunda 1933’de fabrikaların kapısına kilit vuruldu.Daha sonraları 1970’lere geldiğimizde Amerika Nixon yönetiminde, Türkiye’nin 1971 yılında haşhaş ekimini 4 ille sınırlandırması için 3 Milyon Dolar kredi verdi. %2.5 faizle ve 40 sene vadeli verilen bu kredinin 1.5 Milyon Doları Emniyet Genel Müdürlüğü’ne malzeme( bu malzemenin gümrüğü için İçişleri Bakanlığı 2.5 Milyon Dolar ödedi), 1 Milyon Doları Tarım Bakanlığına, geri kalan ise de Jandarma Teşkilatına verildi. (Daha sonraları afyon ticaretinin rakamları hakkında bilgi vereceğim). Tazminat bir yana Türk köylüsünün sigortasını ve Türkiye’nin en önemli döviz kaynağı elinden alınırken doğacak çocuklarımız bile borçla doğar hale getirildi. Bugün Mars’ta cirit atan Amerika, hala ülkesinde afyonkeşlere mani olamıyor, geçmişte kendi hatasını Türkiye’ye yüklüyordu. Amerika afyon meselesini halletmek için değil 3 Milyon Dolar kredi, karşılıksız 300 Milyar Dolar vermeye razı olabilirdi. Fakat 3 Milyon Dolar vererek tarihinin en kelepir işini yaptı. Bakınız Devlet Arşivlerinde bulunan ve Türkiye üzerinde yapılan baskıları dile getiren demeçlerin birinde Nixon ne diyor;- Türkiye afyon ekimini yasaklamalıdır. Bu fedakarlığı insanlık için yapmalıdır.Narkotik Büro şefi Ingersol ise 6 Mart 1970’de Washington’da düzenlediği basın toplantısında şöyle konuşuyordu;- Birleşik Amerika Hükümeti afyon ekiminin önlenmesi için Türkiye’yi yardıma çağırmıştır.- Türkiye’deki haşhaş yetiştiricilerini başka maddelerin ekimine destek için 3Milyon Dolarlık tarım kredisi,- Eroinin hammaddesi olan haşhaşın kanun dışı ekimini kontrol etmek ve önlemek amacıyla Türk Polisine uçak, silah, cephane ve motorlu araç tahsis edilecektir.İran Şahı kaybettiği tahtına CIA’nın düzenlediği darbeyle yeniden kavuşunca Amerika’yı hoşnut etmek için haşhaş ekimini yasakladı. Fakat aradan 3 yıl gibi kısa bir süre geçince tekrar tamamen hiçbir sınır tanımadan serbest bıraktı. Belli ki Amerika’ya, Türkiye’den daha az ihtiyaç duyuyordu, İran belki Amerika’ya daha az muhtaçtı. Böyle olunca da kaçakçılara İran kapısı kapanmış oldu.Yani artık Türkiye’den İran’a kaçak afyon gitmeyecek tersine bu defa İran’dan Türkiye’ye gelecekti. İran Şahı 25 Mayıs 1970’de bu kararının gerekçesini şöyle açıklamıştı:- İran’ın geçen 14yıl içindeki durumu gülünçtü. Biz dış ülkelere afyon ihracı ile elde ettiğimiz para ve dövizi kaybettik. Üstelik afyonu kaçakçılık yoluyla yurda sokmak için çok miktarda para ve döviz verdik.Günümüz Türkiye’sinde afyon ekimi 22 Haziran 1970 tarih ve 7/854 sayılı Karanameyle yasaklanmış olup yalnızca Afyon, Burdur, Denizli, Uşak, Isparta, ve Kütahya İlleri ve 1988 yılında bu Kararnameye ek olarak Tokat, Amasya, Çorum ve Konya dahil edilmiştir.Haşhaş, en fazla Akdeniz iklim kuşağında yetişen bir yağ bitkisidir; çok yağış alan yerler ile çok soğuk ve çok sıcak bölgeler hariç, her iklimde ve her tip arazide yetişebilir; bu nedenle, daha ziyade, fakir ve kıraç arazilerde ekilir. 1970 yılına kadar serbestçe ekilen ve kapsülü çizilerek, yılda 100-200 ton arasında değişen, ilaç sanayinin hammaddesi olan vebünyesinde uyuşturucu alkoloitler bulunan haşhaş yağı, Toprak Mahsulleri Ofisine teslim edilirdi. Fazla su istemeyen bu bitki, Anadolu’da bir münavebe bitkisidir. Haşhaş bitkisinin ana ürünü, dekar başına 1,5 kilogram haşhaş yağı, 100 kilogram haşhaş tohumudur; yan ürün olarak da, dekar başına, 500 kilogram yakıt olarak kullanılan haşhaş sapı alınır. Tohumdan elde edilen yağın protein değeri yüksektir; ayrıca, posası da hayvan yemi olarak kullanılır. Netice olarak, insancıl gayelerle kullanılan ilaç hammaddesi olan haşhaş yağı, tohumdan elde edilen yemeklik yağı, hayvan yemi olarak kullanılan posası ve yakıt olarak kullanılan sapıyla haşhaş, kıraç ve çorak arazilerde köylünün en çok rağbet ettiği bir bitkidir.Sanayileşmiş ülkelerde, beyaz zehir alışkanlığının sosyal ve psikolojik sorunlar karşısında hızla yaygınlaşması, Amerikan Hükümetinin Türk Hükümeti nezdinde temasları neticesi, Türk Hükümetince, 1972’de haşhaş ekimi tümüyle yasaklanmıştır. Ondan sonra, bilahare, yine yukarıda belirttiğim illerde, kontrollü haşhaş ekimine, birkaç sene sonra müsaade edilmiştir. Kontrollü ekim sayesinde, Türkiye menşeli afyon, yurtdışına katiyen çıkmamıştır.Fedakâr Türk çiftçisi, insancıl gayelere ve milletlerarası ilişkilere verdiği ehemmiyeti ve kanunlara saygısını ispat etmiştir. Türk köylüsü, ektiği haşhaşın kapsülünü çizmeden, yani bir gram bile haşhaş yağı almadan, devletine teslim etmiştir. 1980 yılında 13 bin ton haşhaş kapsülü üretilmiş olup, bu miktar gittikçe düşmüş ve 1987’de 5 800 tona gerilemiştir.1988’de yine Afyon’un Bolvadin İlçesinde kurulan alkaloit fabrikasında, yılda 20 bin ton haşhaş kapsülü işlenebilir. Hal böyleyken, açıldığından bugüne kadar, 15 yılda işlediği haşhaş kapsülü ancak 110 bin ton olmuştur. Yani, bu fabrika, yüzde 45 kapasiteyle çalışıyor. Neden; kafi miktarda haşhaş kapsülü alamadığından dolayı.Ülkemizin yararı ve menfaatleri açısından ve de 34 senedir cezalandırılan Türk çiftçisi açısından, tarlamızda, bahçemizde ne ekip ne biçeceğimize kendimiz karar vermeliyiz.Son olarak bazı rakamlara değinmek istiyorum;DEA raporlarına göre bütün dünyada ekilen afyonunun %80 Afganistan’da yetiştirilmektedir.Afganistandaki Afyon ekimiSene Ekim Alanı (Hektar)1994 71 4701995 53 7591996 56 8241997 58 4161998 63 6741999 90 9832000 82 1722001 76062002* 45 000 – 65 000Afganistan’dan giden afyonun bedeli her sene 200 Milyar Dolar olarak tahmin edilmektedir ve Cumhuriyetimizin bugüne kadar olan toplam iç ve de dış borcu 300 Milyar Dolar civarındadır.Arz ederim,M.Celal Derinkök…

Alkol, Uyuşturucular ve uyarıcılar hakkında okunması gereken bir yazı !


Afyon

Afyon, Opium

Sümerlerin “zevk”, “tazelenme” anlamına gelen“HUL”kelimesiyle ifade ettikleri ideogramları, ilk defa afyonun kullanımından bahsetiğinde M.Ö 5000 yılı imiş. Bundan 1500 yıl sonra bir mısır papirüsü, alkolün icat edildiğini yazmış. Tahmin ediliyor ki, alkolden 500 yıl sonra çinliler çay içmeye başlamış. M.Ö. 2500 yılında Dwellers Gölü etrafında yaşayan İsviçreliler haşhaş çiçeği çiğnemeye başlamışlar. En eski mısır yasaklarından biri olarak kabul edilir; bir rahip öğrencisine “Ben, senin efendin, sana tavernalara gitmeyi yasaklıyorum. İblisler kadar aşağılık olmaya başladın!” diye yazdığında, tarih M.Ö 2000 imiş. M.Ö. 350 yılından kalma bir özdeyiş, “Ölmek üzere olanlara güçlü bir içki verin, Huzursuz olanlara da şarap; bırakın içip hallerini unutsunlar, ve acılarını bir daha asla hatırlamasınlar” diye öğütlemiş. Theophrastus, haşhaş suyu hakkında tartışmasız ilk referans olarak kabul edilen kayıtları M.Ö 300 yılında tutmuş. “Sürüler için çimenleri, ve insanlar yetiştirsinler diye bitkileri getirdin ki topraktan yiyecek sağlayabilsinler, ve kalplerini rahatlatmak için şarap yapabilsinler”diye yazmılmış Zeburda, M.Ö 250 yılında. Bu sıralarda Konstantinapol Piskoposu Aziz John Chrysostom (M.Ö. 345-407) şöyle serzeniyormuş halkına: “Ağlayanları duyuyorum; ‘ Artık şarap yok mu?! Ahmaklık bu! Delilik! Bu istismara yol açan şarap mı ki?! Sorarsanız ‘hayır’ derim. ‘Jurnalciler var diye ışık yakmayacak mıyız, ya da zina var diye kadınlar olmasın mı?!” Gene M.Ö 450 yılında, Babil Kutsal Kitabında “Şarap tüm ilaçların başındadır. Şarap olmazsa başka uyuşturuculara gerek duyulur” yazmış. 1. yy ın başında Çin ve Uzak Doğunun birçok yerinde afyonun kullanıldığı biliniyormuş. İstanbul’un fethinden 40 yıl sonra Amerika Kıtası’nı keşiften dönen Christof Kolomb, tütünü Avrupaya tanıtmış. “Bir parça domuz eti alın, bir yahudinin yatağında 9 gün bekletin. Sonra toz haline getirip bunu sarhoşa içkisiyle karıştırıp içirin. Bir yahudinin domuzdan köşe bucak kaçtığı gibi alkolden kaçacaktır.”1500 yılında bir ingiliz tıp tarihçisi olan J. D. Rolleston sarhoşluğa karşı bu tedaviyi önermiş. 1525 de Paracelsus, afyon ruhunu farmakoloji literatürüne kazandırmış, adına da Laudanum demiş.Zaten bundan sonra işin iyice boku çıkmış.17. yy da Waldeck Prensi, bir kahve tiryakisini ihbar eden herkese 10 Tolar (thaler) ödeyeceğini vaadetmiş. Czar Michael Federovitch, Rusyada üzerinde tütünle yakalanan herkesi idam ettiriyormuş. 1650 de Bavyera, Saxonya da tütün yasaklanmış ama pek kar etmemiş. IV. Murad hakkında Edward M. Brecher şöyle yazıyor: “Sultan Murad’ın seyahatlerinde ya da teftişlerinde gittiği her beylik, artan feci idamlarla bariz şekilde göze çarpıyordu. Cephede bile sigara içen askerlerini kafalarını uçurarak, asarak, çarmıha gererek ya da el-ayaklarını kırarak cezalandırması şaşırtırtmayı severdi. Mamafih, tüm bu zulüm ev korkuya rağmen tütüne karşı olan arzu dinmedi.”Kaynaklar:* Alfred R. Lindesmith, “Addiction and Opiates”* Ashley Montagu, “Refelections”* Burton Stevenson, “The Macmillan Book of Proverbs”* Edward M. Brecher “Licit and Illicit Drugs”İşte tarihte böyle yazıyor uyuşturucu kullanımının başlangıcı. Yüzyıllardır insanlar bir sebepten ötürü kafalarını iyi etmeye uğraşmışlar. Bunun için denedikleri yolların haddi, hesabı yok. Peki biliyor muyuz kafamız nasıl iyi olur?Çoğumu insanın etkilerini bilmeden kullandığı çeşitli “kafa iyi edici”ler, aslında sandılanın aksine, çoğu zaman telafisi mümkün olmayan arazlar doğuruyor. Kafamızı iyi ederken neremizle nasıl oynuyorlar tahmin bile edemezsiniz.Bu yazı bunun hakkındadır.

elektron mikroskobunda bir nöronun görünüşü
Başlamadan önce, yazıyı okurken karşınıza çıkacak bir takım terimleri basitçe anlatmaya çalışayım.Uyuşturucu etkilerken, elinize iğne batırdığınızda olandan farklı bir yol izlemez. Baş kahramanlarımız nöronlar. Nöronlar, beyninizi isteklerini size, ya da sizin isteklerinizi beyninize ileten kablolardır. Bunu yanı-sıra, herhangi bir hissi, duyguyu da iletirler. Tıpkı uzatma kabloları gibi Birbirlerine bağlanarak vücudun her yerine dağılırlar. Elinize iğne batırdığınız zaman “tez bunu canı acıtıla” mesajını ileten nöronlardır. Bir tiryaki mola yerinde sigarasını yaktığında “tamam, nikotin seviyesini normale çekin” mesajını gene nöronlar iletir. Tabii ki bu iletiler elektrik akımı şeklinde tezahür eder.
Sol avucunuzu açın, sağ elinizi de yumruk yapıp sol elinizle kavrayın, ama avucunuz yumruğunuza değmesin. Sol dirseğiniz yerinde bir yumruk daha, sağ dirseğiniz yerinde de açılmış, başka bir yumruğu kavramaya hazır bir avuç daha olduğunu, ve bu şeklin devam ettiğini hayal edin. İşte nöronlar bu şekilde birbirlerine bağlanır. Bir tarafını yumruk, bir tarafını da el olarak hayal ettiğiniz önkolunuz tipik bir akzon modelidir. Yumruk olan taraf sinir hücresinin gövdesidir. Kolunuz “akzon”yerine geçer. Yumruk olan taraftaki muştaya “dentrit” denir. Hani daha önce “avucunuz yumruğunuza değmesin” demiştim ya; o yumruğu kavrarken her muşta başına bir parmağınızın dokunduğunu düşünün, o parmaklarınız da sinapslar dır.
Şimdi yumruğunuzu tamamen (avucunuzu değdirerek) kavrayın ve sağ kolunuzu çevirmeye çalışın bakalım. Olmuyor muhtemelen, çünkü tutuyorsunuz. Aynı şeyi ellerinizi ıslatarak deneyin. “Vıck, vock” sesleriyle ıslak avucunuzun içinde yumruğunuzun kolayca çevrildiğini göreceksiniz. İşte o ıslaklık“nörotransmiter sıvı” dır. Sıvı, elektrik akımını daha net ve güçlü iletmeye yarar.
Aslında bu anlattığım, tam olarak şöyle bir şey:


“Sinaps yarığı”diye bir şeyden söz edeceğiz. Hani yumruğunuzu kavrarken avucunuzu değdirmiyordunuz ya, işte sonradan içine su, yani nörotransmitter sıvı doldurduğumuz boşluk da ona tekabül ediyor. Aslında tabii ben çok basit anlatmaya çalıştım. Normalde sinaps yarıkları parmaklarınızın muşta başlarına değdiği yerlerdedir, ama model olarak avucunuz gibi düşünmenizde mahzur yok.
Bir de “reseptör”ler var. Reseptör, kelime anlamı olarak “algılayıcı” demek. Avucunuzun ve yumruğunuzun ıslak olduğunu size anlatan şey reseptörler mesela. Derinizdeki algı reseptörleri, nöronlara “hmmm ıslak lan bu!” diyor, nöronlar da kulaktan kulağa oynar gibi “avuç ıslakmış”, “avuç ıslakmış” diye mesajı beyne kadar taşıyor. Elinizin pis olduğunu varsayın, aradaki ufacık bir kum tanesini aynı reseptörler fark edip “burada bir şey var” diye de ileteceklerdir. Yazıda, beyine etki eden maddeler, bu kum tanelerinin yerine geçecekler.
Meraklısı için bu kısım da şöyle bir şey.




Synaptic cleft: sinaps yarığı, dentride: dentrit, protain receptor: reseptör (verdiğim örnekteki kum tanesi de herhangi bir protein olabilir) Tüm bu şema, parmaklarınızın muşta başlarına dokunduğu yerin büyütülmüşü (ya da, daha basit olarak yumruğunuzu kavrayan avucunuz) olarak düşünebilirsiniz.Gelelim ‘kafamız nasıl iyi oluyor’ konusuna:METAMFETAMİNDopaminnakliyecileri (reseptörleri), dopamini uyarı çatlağına (sinaps yarığı) taşımakla görevlidir. Meth, dopamin taklidi yaptığı için nakliyeciler onu dopamin sanıp hücrelere taşırlar. Meth içeri girdiğinde dopamin keseciklerinden dopamini dışarı atar. Fazla gelen dopamin, nakliyecileri tersine çalıştırır. Nakliyeciler dopamini içeri alacaklarına uyarı yarığına boşaltırlar. Dopamin yarıkta mahzur kalınca, tekrar takrar reseptörlere yapışır, böylece hücre aşırı uyarılır. Müptela, kendini çok mutlu ve coşkulu hisseder, çünkü meth direk olarak beynin ödüllendirme sisteminde çalışır. Bu yüzden yüksek derecede bağımlılık yapacıdır.EROİN (imali konusunda bilgi içereceği için link vermiyorum)
Normalde bastırıcı reseptörler dopamini bünyeye salmaz, tutarlar: Böylece her daim Polyanna gibi dolaşmayız. Vücudumuz, normal sebeplerle doğal afyonlar salgıladığı zaman bu reseptörler devre dışı kalır. Tabii o zaman da dopamin dışarıya salınır. Eroin bu doğal afyonları taklit eder, gider afyon reseptörlerine yapışır. Bünye de dopamini yarığa salıverir. “Amman ne kadar iyiyim, her şey yolunda” moduna gireriz. Ancak hal tam olarak böyle değildir. Doğal afyonlar, aslında acı sinyallerini, strese tepkiyi ve duygusal iniş-çıkışlarımızda devreye girerler. Dolayısıyla, doğal ağrı gidericilerdir. Vücutta ağır bir yaralanma ya da benzer bir şey olduğunda devrye girip “yandım anammm”diye bağırmadan mantıklı davranmamızı sağlarlar. Bu tip dertli hastalara bu yüzden morfin verilir.
EXTACYExtacy, seratonini taklit eder. Seratonin reseptörleri tarafından algılanır. Aslında bünye için seratoninin kendisinden daha caziptir, cünkü emilimi daha kolaydır. Nakliyecilerin kafasını karıştırır. “Bu ne lan?! mutlu muyum değil miyim anlamadım”derken seratonin nakliyecileri (methamfetaminde olduğu gibi) görevlerini tersine yapmaya başlar. Aslında bünye, savunma mekanizmasının marifeti olarak her şeyin her zaman yolunda gitmesine uğraşır. Dolayısıyla; “her şey yolunda mı lan acaba?”diye şüpheyle sorduğunda da “neme lazım; değildir meğildir, ben en iyisi tedbirimi alayım” der ve verir seratonini, verir seratonini. fazla miktarda seratonin yarığa dökülür ve hücreyi aşırı uyarır. Seratonin, normalde zamanı geldiğinde sizi uyutur, zamanı geldiğinde iştahınızı açar, zamanı geldiğinde algılarınızı güçlendirir. Ayrıca bünyenin kendini ödüllendirem mekanizmasıyla dolaylı olarak bağlantılıdır. Yani mesela sevgiliniz sizi terk etmiş, basarsınız seratonini; karnınız açmış gibi gelir. Yersiniz çukulataları karnınızı doyurmayacağı halde, kendi ödülünüzü veriverirsiniz. Her şey kısmen yoluna girmiştir. Fazla geldiği zaman “ulan canım nasıl çilekli dondurma istedi yaa! uykum da var ama yemezsem ölücem. en iyisi kendimi ödüllendiriyim. Aaaaa şu herife bak nası da sevimli, tıpkı çilekli dondurma gibi. ben en iyisi onu yalayıp sonra kucağında kıvrılıvereyim” moduna girmeniz işten değildir.MARIHUANA (Cannabis)Vücudumuz, normal sebeplerle doğal afyonlar salgıladığı zaman dopamin reseptörleri devre dışı kalır. Tabii o zaman da dopamin dışarıya salınır. Bünyeye girende, mahallenin yerli cannabionidleri (anandamide) devreye girer, baskılayıcı reseptorlara giden nörotransmitterleri kurutur. böylece dopamin salınır. THC bu yerlileri taklit eder. Normalde anandamide vücutta çok cabuk çözünür, ama bu sahtekar ya, biraz daha fazla kalır. Anandamide gibi doğal afyonların gereksiz kısa süreli hafıza bilgilerini silmek, kendini relax ve ferah hissetmek, hareketlerin yavaşlamasını sağlamak gibi etkileri vardır. THC bu de aynı etkileri yapar, ama bünyede daha uzun süre kalır. Lakin bünye THC ye bağışıklılık sağlar, bu yüzden kişi otun dozunu her daim arttırır. Psikolojik bağımlılık sözkonusudur. Çoğunlukla fiziksel bağımlılık olmadan ruh hali düzeldiğinde normal yaşama devam edilebilnir.ALKOL
Bünyede bir takım “BABA” lar vardır. Bunlar baskıcı reseptörlere veri akışı sağlarlar. Bu GABA lar beyindeki bir çok alanda kontrolü sağlar. Mesela bünyeyi koltuğa oturtacakken “Hop! az sağ yap koç! Lan dur orası değil! şimdi kolu g*tüne girecek, azıcık sol yap! Hah! şimdi salıver düşsün” gibi komutlar vererek kafanızı-gözünüzü yarmanızı, ya da sıcaktan çok bunalmışken buz gibi bir gazoz içtiğinizde kontrolsüzce “BRRRRRRR” yapıp karizmayı çizdirmenizi engellerler. Pardon GABA mı dedim???; neyse.Bu GABA lar eski kulağıkesiklerdendir, ağır abilerdir. Oturmasını, kalkmasını bilirler. Bünyenin cello delikanlıları GLUTAMATlar (glutamate) gibi değillerdir(harekete geçirici nörotransmiter). Gluatmatlar, ufacık bir gürültü olsa “Lan koşun aşşaa mahallede olay var” diye birbirlerini fiştekleyip duruma göre dopamin, saratonin, adrenalin; artık Allah ne verdiyse girerler. Tabii, BABAlardan korktukları için çok abartamazlar. Abartırlarsa BABAlar gelip üst araması yapar, ne bulurlarsa hacılarlar. Vesselam, böylece asayiş genelde berkemal kalır.Ama bu alkol var ya bu alkol! Bu böyle puşt gibi, ipne gib bişidir. Fitnecidir resmen yahu! İkili oynar. İlk önce BABAlara gider; “Abi, bakın bünye tehlikede, ağırlığınızı iyi koyun. Şimdi gençler olaya girerse tutamayız, siz baştan gidip bunların emanetleri toplayın, bi bela çıkmasın”diyerek bunları doldurur, sonra GLUTOMAT lara gider, “Abilerim benim beaaaa! Hadi gelin okeye, 75 den düşecez, tabelacı benim” diye bunları meşgul eder. Halbuki ortada bi bok yoktur, ama ola ki alkol bünyedeyken “lan gidelim Kazaskere de bi kokoreç yiyelim” moduna girdiniz, Sizi yerinizden kaldıracak dopamini bulamazsınız (BABAlar kesmiştir), hadi ola ki bir gayret kalktınız, oraya gidene kadar ayık kalmanızı sağlayacak adrenalin yoktur (haa ama yemek yemek yerine alkol alalım derseniz, o zaman başka. Tabelacı hemen olayı organize ediverir). Bir de arabayla gitmeye kalkarsanız! offff! sakın ha!.
- Olum bastırsana lan şunu frene!- Lan bi dur skicem şimdi ha! çifte dönüyorum!gibi bir muhabbet olur, bu da o frene basmanızı en az 0,4 saniye kadar geciktirir. “Yemişim 0.4 saniyeyi! o kadarla mı adam olacam be!” diyebilirsiniz tabii.
Dalgıçlarda bir laf vardır. Derler ki; “bıçak sana pek lazım olmaz, ama bıçaksız sakın dalmayın. Lazım olduğı zaman yanınızda olmazsa, bir daha hiç lazım olmaz”.
Artık siz bilirsiniz; yerse.KOKAİNHani şu dopamin nakliyecileri vardı ya; onlar gerektiği zaman dopamini yarığa boşalttıkları gibi, iş bitince de geri toplarlar. Kokain pusuya yatar, dopaminler yarıya dökülünce, gider nakliyecileri tıkar. Böylece dopamin hep uyarı yarığında kalır tekrar tekrar hücreye hücum eder. Diğer bir çok uyuşturucu gibi kokain de ödül patikasında çalışır. Ama müdahale ettiği bir bölüm daha vardır; beynin istemli hareketlerimizi kontrol eden kısmı, yani motor sistem (motor iletişim, motor association). Müptela devamlı bir şeyler yapmak ister ve asla tatmin olmaz. Kıçlarında kurt varmış gibi zıplayışları bu yüzdendir.LSDLucy in the Sky Wİth Diamonds (Lucy, elmaslarla göklerde). Hakikaten bu kadar yalancı bir maddedir. Seratonini taklit eder. Aslında yaptığına pek ‘taklit etmek’ denemez, çünkü allah için işini o kadar iyi yapar ki, seratonini aratmaz. Seratoninin sağladığı her şeyi vücuda temin eder. Tabii bunu seratonin reseptörlerine yapışarak yapar. Bünyede bir çok seratonin reseptörü vardır ve hepsi farklı bir işten sorumludur. LSD bunlardan bazılarına yapışır, ama her zaman aynı şekilde değil. Bazen bastırıcı, bazen de kışkırtıcı etki yapar. Çok komplike algısal etkileri vardır. Kolunuzu kaşırken vaşak seviyor gibi hissedebilir, ya da annenizi görünce çaydanlık sanabilirsiniz. LSD ve diğer halosünojenler beynin ‘locus coeruleus’ (LC) denilen yerini uyarırlar. locus coeruleus (‘locus ceruleus’ diye de geçer), latince ‘mavi nokta’, ‘mavi yer’ (the blue location) demektir. Beynin henüz tam olarak tanımlanamayan %60 lık kısmından biridir. Sadece ayık kalma,bir işe başlamaya karar verme, istemsiz hareketler (tikler) gibi bir takım fonksiyonları olduğu biliniyor. LC den bir nöron, beynin her biri değişik onlarca noktasına bağlı olabilir. Karşı apartmanda konuşanları duyduğunuzu sanabilir, hatta duyabilirsiniz. Birisi isminizle size seslenirse armut tadı alabilirsiniz, vs.LCnin Postsynaptic responsiveness, yani uyarı sonrası tepki vermede etkili olduğu ölçümlenenler arasında. Yani, tüm bunlardan daha da kötüsü, bu tip asit türevleri vücuttan atılsalar bile, LC de yarattıkları kargaşa kalıcıdır. Sadece bir kere kullansanız bile 3 sene sonra kafanız aynı şekilde ve aniden iyi olabilir. Bu otobüste olursa en fazla sizi dışarı atarlar, ama kız istemeye gittiğinizde falan olursa kanınız akabilir.KODAİNPapaverin, dionin, morfini noskatin vs. gibi bir afyon alkoloididir. Sentezlenip belli kimyasallarla karıştırıldığında uyarıcı ve uyuşturucu etkisi vardır. Yani (dozuna ve sentezleniş şekline göre) hem nörotransmitterleri hem de nöroinhibitörleri (baskıcı nöronlar) uyarabilir. Üniversite yıllarında geç saatlere kadar ders çalışabilmek için öksürük şurubu içerdik.dexan,tussidfed kodain içerdiği için yasaklanan öksürük şurupları arasında. Belli bir dozdan sonra cin gibi gözleriniz pörtler. Hatta tylolhot gibi bir parasetamol içeriğiyle birlikte hafif uyku verir. Maaz-ı allah adamı mal gibi eder.Çok kaşındığı için (kodainin en sık görülen yan-etkilerinden biridir) alüminyum bulaşık teli kullanarak elinin ulaşabildiği her yeri cılk ete varana kadar ‘kaşıyan’ birine rastlamıştım.AFYONİki ana alkaloid içerir;Phenanthrenes (narkotik alana giren kısım bunları içeren versiyondur) ve Isoquinolines (bunların genel sinir sistemi üzerinde önemli etkileri bulunmaz).Hem deva, hem cefa verir. 2 gr afyondan 120 ila 250 miligram morfin elde edilebilir ki bu doz, insan için ölümcüldür. Dozu ayarlanarak kullanıldığında beyindeki acı merkezlerini uyarır ve acıyı bastırır. Değişik işlemlerden geçirilerek eroin elde edilir.TOKSİKLER (sınırlı, ama güzel bir kaynak)Anlatmaya bile elim varmıyor. Adı üzerinde ‘zehirler’. Toksikomani, toksik madde bağımlılığıdır. Her toksik maddenin etkin maddesi ve vücutta müdahale ettiği kısım farklı ve birbirinden fecidir. Diğer uyuşturucularuın çoğunda olmadığı şekilde, toksikler ağırlıkla merkezi sinir sistemini etkiler. Etkileri kalıcıdır. çözücüler (solventler), yapıştırıcılar, uhular, aerosoller, propanlar, tiner ve benzin bu gruba dahildir. Hepsi yasal ve ucuz olduğundan temin etmesi kolaydır ki bu özellikleri bunları çok daha tehlikeli bir hale getirir. Çoğu toksik maddeye karşı vücutta tolerans gelişir, yani kullanıcı muntazaman doz arttırma gereği duyar. Her ne kadar sigara ayrı bir bağımlılık olarak değerlendirilse de, tütünden farklı olarak, sigara kağıdındaki selüloz yanarken çıkan gazlar toksiktir. Nikotin ile beraber, sigara da vücutta tolerans geliştirir ve doldurmak zorunda olduğunuz boşluk her seferinde büyür.Kavgacılık, aldırmazlık, yargılama bozukluğu, sersemlik, nistagmus (göz titremesi), geveleyerek konuşma, yürürken sendeleme, uykulu hal, tepki yavaşlaması, titremeler, kasların zayıflaması, görme bulanıklığı veya çift görme, aşırı neşe, komaya varabilecek bilinç kaybı. Uçuculara bağlı olarak deliryum, kalıcı bunama, psikotik bozukluk ve duygudurum veya bunaltı bozukluğu, başta uçucular olmak üzere toksiklerin etkiler arasındadır.Fensiklidin bağımlılıği gibi aşırı örnekleri vardır. Fensiklidin aslında veterinerlikte at sakinleştirici olarak kullanılan ağır bir maddedir. Ketamin de bunun gibidir. Argoda “Melek tozu”, “kristal”, “barış hapı”, “süpergrass”, “hap, roket yakıtı” gibi isimlerle anılsalar da, hipertansiyon ve kalp hızının artması, uyuşma, ağrı duyumunda azalma, sarsak hareketler, konuşma peltekleşmesi, kas katılığı, kasılma veya koma, ses duyumunda artış gibi ağır etkileri hiç olumlu değildir. Fensiklidin alımından sonra 1-2 günde psikoz benzeri tablodan çıkılır. Bağımlılığında düşünce bozukluğu, reflekslerin azalması, bellek kaybı, dürtü denetimi kaybı, uykululuk, çökkünlük, yoğunlaşma bozukluğu olur. Fensiklidine bağlı psikotik bozukluk, duygudurum bozukluğu, bunaltı bozukluğu gelişebilir.—Geçenlerde biryerlerde fasıldayız, şarkılar söyleniyor, yan masadaki 20 lik ağır abilerle muhabbete entegre olduk. Bir tanesi vardı; sanırsınız Küba, Amsterdam arası mekik dokuyor. Nasıl bir derdi varsa abinin, kullanmadığı bok kalmamış, hemi de ballandıra ballandıra anlatıyor her birini.
“Ars longa, vita brevis”dermiş eskiler. Aman derim gençler.Hayat kısa, sanat sonsuz, deneyim yanıltıcı (diye aşık memo da değinmiştir vakt-i zamanında)…Kanuni demiş ki;“Yeryüzünde muteber bir nesne yok devlet gibi,Olmaya devlet Cihanda bir nefes sihhat gibi”
Barış da bunun üzerine şöyle yazmış:“usta terzi dar kumaştan bol gömlek dikerdoğru tartan esnaf rahat huzurlu gezereğrinin ve doğrunun hesabı mahşerdedünyada biraz huzur herşeye bedelsağlığın nasıl gülüm sen ondan haber verilaç neye yarar vade gelmişse eğerhalk içinde muteber bir nesne yok devlet gibiolmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibihan senin hamam senin konaklar senintarla senin çiftlik senin bağ bostan senindiyelim ki dünya malı tümünden seninağız tadıyla yersen bir şeye benzersağlığın nasıl gülüm sen ondan haber verilaç neye yarar vade gelmişse eğerbarış der biraz tuzum ekmeğim olsabuz gibi pınar suyundan bir testim olsabir de şöyle püfür püfür bir çınar gölgesikaç kula nasip olur ki keyfin böylesi…”
Bu da bu yazıya nokta olsun (anlamışsınızdır siz onu)…

alıntıdır..

Alkol Eroinden Daha Tehlikeli, Eroin'i Bırakmak İçin Başka Maddelere Yönelmeyin


Alkol eroinden daha tehlikelidir

Alkol, şaşırtıcı şekilde Eroinden daha tehlikelidir. Bilim adamları 20 farklı uyuşturucu maddenin insanlar ve toplum üzerindeki etkilerini araştırdılar.Eroin, alkol, kokain ve buna benzer uyuşturucu maddelerin zararları arasında, eroinin bireyler için en zararlı olduğu düşünülüyorken, yapılan bir araştırma gösterdi ki alkolün tümünün içinde en kötü etkiye sahip olduğu ortaya çıktı.Araştırmada tütünün en az kokain kadar zararlı olduğu ortaya çıktı. Ecstasy ve marijuana’nın alkolden daha az zararlı olduğu belirlendi. Bu tür maddeler, 0 dan 100 kadar belirli bir ölçekle gösterilir. Eroinin oranı 55 iken Alkol 72 ile en yüksek orana sahip olduğu belirlendi.Araştırmacılar, uyuşturucu maddelerin, suç oranını nasıl etkilediğini, beyin ve vücut üzerindeki etkilerini içeren 16 faktörü incelediler. Kokain, daha fazla bağımlılık yaratan bir madde olmasına rağmen, alkol toplumdaki en zararlı uyuşturucu maddedir. Çünkü toplumda en yaygın kullanılan alkoldir.Sosyal bir içecek olarak alkol nüfusun büyük bir bölümü tarafından kullanılmaktadır. İnsanları mutlu eder aynı zamanda gevşetir. Beyne ulaştığı zaman dopamin adı verilen kimyasal bir madde üretir. Bu madde kişinin mutlu olmasına ve stresten uzaklaşmasına neden olur. Çok fazla alkol tüketimi, bedendeki neredeyse tüm hücreleri yıkıma götürebilmektedir.Dünya sağlık örgütü; intihara, trafik kazalarına, kalp ve karaciğer hastalıklarına neden olan alkolün, her yıl aşağı yukarı 3 milyon kişinin ölümüne yol açtığını açıkladı.Alkolün yasaklanması, kokain ve diğer uyuşturucu maddelerin yasaklanmasıyla aynı değildir. Alkol, Avrupa kültürün bir parçası olduğu düşünülür.Hükümetin, alkol tüketiminin tehlikelerine işaret etmesi ve nüfüsu bu konuda daha fazla eğitmesi gerekmektedir. Özellikle genç insanlar, yüksek bir risk grubundadır. Onlar enerji içecekleriyle alkolü birleştirerek içmeyi sevmektedirler. Bu da çok büyük bir tehlike oluşturmaktadır.

Türkiyenin Eski Eroin Fabrikaları - Uyuşturucu Maddeler İnhisarı


Türkiyenin Eski Eroin Fabrikaları

Uyuşturucu Maddeler İnhisarı


Uyuşturucu maddeler inhisarı
Eroin Reklamı

Adını hepimizin bildiği meşhur Bayer ilaç firması 1897 yılında bir ilaç keşfedip tescil ettiriyor. Müthiş ağrı kesici özelliği olan ilaç, bir yıllık fare testlerinin hemen ardından, kanser, tüberküloz ağrıları için zaman kaybetmeden piyasaya sürülüyor. Hikâyeye göre, Bayer’de çalışan bir mühendis, keşfettikleri ilacın insan bedenindeki etkilerini tam anlamak ve bir test sürüşü yapmak için, ilacı damarına enjekte ediyor, ilacın etkisindeyken de “Kendimi kahraman gibi hissediyorum” diyince, bunu duyan diğer ayık kafalı mühendisler ilacın adını “Hero’in” koyuyorlar…
heroin ads
Eroin Reklamı Bayer


İlaç niyetine yasal satılan uyuşturucular dünya farmakoloji tarihinin bir parçası. Meşhur doktorumuz Freud’un çocuk, genç, yaşlı demeden tüm hastalarına senelerce “kokain” yazdığı bilinen bir gerçek. Tıpkı, şimdi ilköğretim kantinlerinde de bulabileceğimiz ectasy isimli üzeri rölyefli hapların seneler önce Türkiye eczanelerinde “mucize zayıflama hapı” diye satılmaya başlaması gibi.Tüm dünyada mucizevi olarak karşılanan eroin isimli ilaç, kısa sürede Amerika ve Avrupa’da bir bağımlılar ordusu yaratıyor. Ortalık eczaneleri, ilaç depolarını yağmalayan eroin bağımlılarından geçilmez hale geliyor. Batı dillerinde adı Heroin olan bu ilacın Osmanlı’ya Eroin olarak gelmesini H’leri yutan bir Trakyalı Türk tarafından getirtildiği iddiası üzerine yaslayabiliriz ama adı ve gelişinden ziyade Osmanlı’ya öyle bir geliyor ki eroin, gitmek bilmiyor…Eroin saf morfinden yapılıyor, morfin ise afyondan. Ve o vakitler, dünyanın en kaliteli afyonu, Anadolu’da yetiştiriliyor. 62 vilayette düzenli afyon ekimi yapmakta olduğumuz yıllar. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesi…Tam o tarihlerde yeni icat edilen eroinin de ağır sonuçları görünmeye başlayınca, tüm dünyada afyon ve afyondan üretilen maddelere karşı sert bir kampanya yürütülmeye başlıyor. Elbette, afyon üzerinden büyük rantlar sağlayan ülkeler, bu kampanyaları yalanlıyor, gereksiz buluyor. Örneğin İngiltere, Afyon üretiminin sınırlandırılmasını onaylarken ticaretinin sınırlandırılması konusunda büyük direnç gösteriyor.Ancak, tüm dünyada büyük yankılar uyandıran doktor raporları ve özellikle eroin karşısında oluşturulan konsorsiyum çalışmalarıyla, 1912 yılında Lahey Afyon Sözleşmesi diye bilinen sözleşme imzalanıp, eroin üretimi tamamen yasa dışı ilan ediliyor. İngiltere afyon üretimine sınır getirilse de, satışına getirilmemesi için ne kadar dirense de kararı değiştiremiyor…Osmanlı ise, Lahey’e delege bile göndermiyor. 1914’te yapılan ek protokole ise delege gönderse de imza koymuyor.Sonrası Dünya Savaşı… Sonrası Kurtuluş Savaşı…Gerçi, Sevr Anlaşması ile konu Osmanlı’yı da bağlar hale geliyor ama Anadolu’da hiçbir yasal düzenleme yapılmıyor ve Anadolu dünya afyon ticaretinin merkezi haline geliyor… Arjantin’inden, Japon’una, İtalyan’ına kadar tüm dünyadan uyuşturucu tüccarları İstanbul’u mesken ediniyorlar. İstanbul bir uyuşturucu cenneti haline geliyor. Afyon ticareti serbest, üstelik de en kalitelisi.Milli mücadeleyi kazanıyoruz. İlk hükümetimiz kuruluyor ve yabancı sermaye hükümetimize , topraklarımızda “Eroin fabrikası” kurmayı teklif ediyor.1926 yılında hükümetimizin aldığı bir kararla, Japon bir firma ile ortak, bugünkü Taksim Divan Oteli – Taşkışla mevkiinde Mecidiye Kışlası olarak bilinen yere tarihimizin ilk “Eroin Fabrikası” kuruluyor.

Morfin
-T.C. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı tarafından toz ve ekstre halinde satışa sunulan Morfin şişeleri-


Tüm modern dünyada yasak ama bizde yasal olan eroinin getirdiği kazanç ve ekonomik hareketlilikle, taze cumhuriyetimiz bir uyuşturucu cenneti haline geliyor.1929’da ikinci eroin fabrikamız, Eyüp’te Haliç kenarına kuruluyor. Adı; “Eczayı Tıbbiye ve Kimyeviye” – ETKİM.Yine aynı yıl, üçüncü eroin fabrikamız Kuzguncuk’ta “Türk ecza-yı tıbbiye ve kimyeviye şirketi” – TETKAŞ – adı altında kuruluyor. Kurucuları arasında Kurtuluş savaşı kahramanı İsmail Hakkı’nın da bulunduğu şirketin yönetim kurulu başkanı zamanın TBMM başkan vekili ve Trabzon milletvekili Hasan Saka (1947’de Başbakan).Bu yıllarda, Türkiye’nin 27 sanayi kuruluşu var ve bunlarının tamamının yıllık kârı 2 Milyon TL düzeyinde seyrederken, eroin fabrikalarımızın cirosu 15 Milyon TL. Aylık bir milyon bağımlının ihtiyacını karşılayacak kadar ve en kalitelisinden eroin imal ediliyor o sıralar genç cumhuriyetimizde.
Bu dönemde inanılmaz ucuz olan eroin toplumun her kesiminde kullanıcı bulmaya başlıyor, iç pazara satışı yasak olan ama denetlenmeyen madde, fabrika çalışanlarından başlayarak tüm ülkede bir bağımlılar ordusu yaratmaya başlıyor.İçte durum böyleyken, dışarıdan tüm dünyadan gelen ambargo tehditleri, yasal zorlamalar, dayatmalara rağmen Türkiye üretime devam ediyor, 1930’a gelindiğinde dünya gazetelerinde Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü uyuşturucu satıcısı olarak resmediliyordu. Mustafa Kemal bu işe bir son vermek istese de Mecliste eroinden kasasını dolduran milletvekilleri nedeniyle fabrikaları kapattırıp, eroin üretimini yasadışı hale getiremiyordu.Şubat 1930’da New York’ta yakalanan Alesia isimli bir gemide Türkiye’den yüklenmiş 500 bin dolarlık saf morfin ele geçiyor. Tam bu sıralarda da kurtuluş savaşımızın kahraman gemilerinden Pierre Loti, Lamartine, Bulgaria, Vesta gibi gemiler tüm dünyada uyuşurucu kaçakçısı gemiler olarak fişlenmiş bulunuyordu. Ekim 1930’da Londra’da düzenlenen konferansa Türkiye de heyet gönderdi, amaç uluslararası arenada eroin yüzünden darmadağın durumda olan imajı düzeltip, Milletler Cemiyeti’ne girebilmenin çarelerini aramaktı. Ancak konferansta, Türk heyetinin yaptığı hatalarla Dünya uyuşturucu kaçakçılığının merkezinin, Türkiye’nin yasal eroin ticareti olduğu belgelendi.Artık tüm Dünya’da Türkiye adı eroinle birlikte anılmaktaydı. 1931 yılında Mustafa Kemal Cenevre’de Türkiye’nin uyuşturucu trafiğinin ana konu olduğu toplantıya bir heyet gönderdi. Heyetin başında eroin fabrikaları yönetim kurulu başkanı Hasan Saka vardı. Hasan Saka, eroin rantının tepesinde oturan isimlerdendi ve tamamen üretimi durdurmaya yanaşmıyordu. Bunun üzerine toplantıdan genç cumhuriyete ağır ambargolar uygulanması yönünde bir karar çıktı. Türkiye köşeye sıkışmıştı.1933’e kadar göstermelik azaltmalar ve göstermelik eroin taciri tutuklamaları, sınır dışı etmeleriyle fabrikalar üretime devam etti.1933 yılında bir gün Mustafa Kemal ani bir şekilde kabineyi toplayıp “Eroin Fabrikaları kapanmıştır” açıklamasını yapıyor, direnmelere rağmen karar Halk Fıkrası tarafından onaylanıyor. Mustafa Kemal’in gücüne karşı bile sıkı muhalefet gösteren eroin lobisi kararın yasalaşmasını bir yıl kadar daha erteletmeyi başarıyor. Ve Türkiye’nin yasal eroin fabrikaları bir takım meraklılar konuyu kurcalayana kadar tarihe gömülüyor…

Konuyla ilgili kitaplar:
Overdose Türkiye – F. Cengiz ErdinçTaklamakan – Serap Bengü